H. Yücel Koç
Tatlı Hayat
Özdemir Asaf’ın “Boğaz Gezintisi” isimli muhteşem bir şiiri var. Geçen güzel günler bu kadar mı güzel anlatılabilir? Edebiyat, şiir olmasa sıradan hayatlarımız nasıl güzelleşirdi? Şair olmak, yazar olmak, sanatçı olmak ne özenilesi işler?
Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında.
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Gelip geçmiş!
Özdemir Asaf’ın şiirini her ekonomik kriz sonrası dilime dolarım. Bizim ülkemizde refah dönemleri hep kısa sürer. Hayatımızın önemli bölümü ise ekonomik buhran dönemleriyle baş etme çabasıyla geçer. Yaklaşık otuz yıldır iş hayatının içerisindeyim. Ekonomik krizler bana bu harika şiiri ezberletti.
1800’lerin sonunda yaşadığımız kriz bize çok pahalıya mal oldu. Korkunç bir savaştan, harap çıkmış, insan kaynağını tüketmiş bu ülke, 1954’e kadar o krizin borçlarını ödedi.
Sonraki krizimiz de 2. Dünya Savaşı’yla geldi. 7 Eylül 1946’da ilk devalüasyonumuzu yaşadık. Dolar 2,80 TL oldu.
1958 yılında ise dış borçlarımızı ertelemek (moratoryum) zorunda kaldığımız kriz geldi. Liberal ekonomi politikalarıyla ihracatın artması beklenirken, ithalat artmıştı. 1945 yılına kadar dış ticaret fazlası veren bir ülkeydik. (1938 yılı dışında.) Sonrasında dış ticaret dengemiz bozuldu ve 1958’de dış borçlarımızı ödeyemez duruma düştük. Moratoryumla birlikte devalüasyon da kaçınılmaz oldu.
1974 bizim için çok önemli bir yıl. Kıbrıs Barış Harekâtı ve bu harekât nedeniyle ülkemize uygulanan ambargo, dünya petrol kriziyle birleşince enflasyon ve işsizlik artışı bir arada yaşandı. Yani stagflasyon ortaya çıktı. Rivayet odur ki 1977 yılında Japonya Büyükelçiliğimiz çalışanlarına yapılacak maaş ödemesinde 70 sent, para yokluğundan eksik gönderilmiş ve bunun üzerine Demirel o ünlü sözünü sarf etmiştir; “70 sente muhtacız.” Bu krizi iki aşamalı düşünebiliriz. Petrol fiyatları 1980 yılında tekrar yükseldi. Kriz katlandı ve meşhur 24 Ocak Kararları. Özal’lı günler, devalüasyon, dışa açılım, tam gaz liberalizasyon.
1994 yılına kadar küçüklü büyüklü krizler devam etti. 1982’de bankerler krizi ve 1990 Körfez Savaşı’nın yarattığı kriz bu krizlerin en önemlilerinden.
1994 yılı benim de derinden yaşadığım bir kriz dönemiydi. 5 Nisan Kararları ve Tansu Çiller. Dolar bir gecede 8 Bin liradan 42 Bin liraya yükselmişti. Hükümet kamu borçlarını Merkez Bankası aracılığıyla finanse etme kararı aldı ve bizler hiper enflasyonu da deneyimledik. %125 enflasyonu kılcal damarlarımıza kadar hissettik, yaşadık.
Kısa bir rahatlamanın ardından 2001 krizi. Gecelik %7.500 borçlanma, korkunç bir ekonomik daralma, yine devalüasyon, rekor dış borç artışı ve daha önce görülmemiş siyasi krizler. Ardından dalgalı kur. Bu krizle neredeyse dönemim tüm siyasi aktörleri siyaset sahnesinden silindi. Bu krizin ardından bir daha Türkiye eski Türkiye olamayacaktı. Her alanda yaşanan derin kutuplaşmaların içinde yeni bir ülke modeli. Kimisinin hayran olduğu, kimisinin nefret ettiği ama hiç kimsenin kafasının içindeki soru işaretlerini bitiremediği, yeni bir ülke.
2008’de yaşanan global kriz ve 2021 krizi sonrası, isimlendirdiğimiz, isimlendirmediğimiz birkaç kriz daha yaşadık.
Ve geldik bu günlere. Son kriz hiç görmediğimiz bir kriz. Daha önceki krizlerde hiç deneyimlemediğimiz birçok yeni olgu, kavramla karşı karşıyayız. Bilinmeyenler denizinde bir girdabın içindeyiz. İnsan en çok bilmediğinden korkarmış. İşte tam da bunu yaşıyoruz. Yaşayıp göreceğiz, öğreneceğiz. İnanılmaz diyeceğimiz şeylerle yüzleşeceğiz. Çokça üzüleceğiz ama zaman zaman da sevineceğiz. Umarım doğru dersler çıkarabilme başarısını gösteririz. Bunu yapabilirsek sonraki krizler daha kısa, refah dönemleri daha uzun olur. Çocuklarımız geleceğe daha güvenle bakabilir. İnsanlarımız daha huzurlu hayatlar sürerler. Bu dönemleri geleceğe miras bırakıp terk-i diyar edenler, hayır dualarıyla anılırlar. En önemlisi de daha çok şair yetişir, daha çok yazar ve sanatın diğer kollarında daha çok sanatçı. Sanat büyür, dünya daha güzel bir dünya olur.
Sanatla kalın.