Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu
Pandemi ve Çalışma Hayatı Güncel Sorunları
Covid-19 küresel sağlık kriziyle, ülkemizin içinde bulunduğu EKONOMİK VE SOSYAL kriz bir üst boyuta ulaşmıştır. Bu krizin enbüyük bedeli üreticilere, küçük işletmelere, emekçilere, çalışanlara ödetilmektedir. Söz konusu ekonomik krizde küçük işletmelerin payına kapanma, iflaslar, işçilerin payına ise; işten çıkarma, işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, geleceksizlik ve en temel özgürlüklerin lav edilmesi düşmektedir. Açıkçası, Covid-19 sürecinde hükümetin aldığı tedbirlerin çoğu büyük sermayeyi, borç batağı içindeki zaten kötü yönetilen şirketleri kurtarmaya yönelik olmuştur.
Pandeminin ortaya çıkmasıyla tıbbi olarak salgının fakir veya yoksul olarak bir ayrımda bulunmadığı görüldü, fakat iş salgından korunmaya gelince ve hükümet salgına karşı tedbirleri açıkladıkça tüm çelişkiler en berrak şekilde gün yüzüne çıkmaya başladı, hükümetin halkın sağlığını koruma ve ekonomik-sosyal önlemler alma noktasında yeterince hazırlıklı olmadığı dolayısıyla başarısız olduğu görülmeye başlandı.
Covid-19 iktisadi ve sosyal açıdan üreten kesimleri vurdu. Çünkü salgın ilk çıktığından bugüne korunmak için, evde kalma, sosyal mesafe vb tedbirler çözüm olarak sunuldu. Evde kalma ve bu tedbirlere uyabilme şansına sahip olan, zenginler, yüksek gelirliler; orta sınıflar ve kısmi düzeyde evden çalışma sistemine uygun olan ofis çalışanları, memurlar bu tedbirlere uyarak sağlığını koruyabildi ancak İşçiler, günlük çalışanlar, yani her koşulda çalışmaya, tıklım tıklım servislerde işe gitmeye, toplu taşıma kullanmaya ve yemekhaneleri kullanmaya mecbur olanlara yani çalışmak zorunda olan İşçiler için sonucu ölüm olan iki seçenek sunuldu: Ya işsiz kalıp açlıktan ölmek, ya da salgından ölmek.
Covid-19 çalışanların ve üretenlerin daha fazla maruz kaldıkları hastalık olarak kalıcılaşırken ve hızla yaygınlaşırken maalesef hükümet ve bazı sermaye sınıfı bu krizi fırsata çevirerek esnek, güvencesiz, kuralsız çalışmayı genel istihdam biçimine çevirme hamlesine girdi. Bunu yaparken de ücret kesintilerini, ücretsiz izinleri dayattılar. Ücretsiz izinler, kısa çalışma ödenekleriyle işçiler gelirlerinin önemli bir kesimini kaybettiler.
Birçok uluslararası tekel ve ulusal şirketler pandemi sürecinde kârlarını önemli ölçüde yükselttiler. Kargo, lojistik, ulaştırma, kimya, sağlık, metal gibi birçok iş kolunun ilk başvurduğu yöntem işçilerin üzerindeki üretim baskısının artırılması oldu. Çalışma süreleri uzatıldı, tatil ve sokağa çıkma yasaklarında da fabrikalar, şantiyeler, atölyeler tam gaz çalışmaya devam etti. Çalışanların ücretli izin hakkı, defacto olarak pandemi sürecinde ellerinden alındı. Çalışanlar açısından pandemi, açlık ve ölüm zindanına prangalarla bağlanmak anlamına gelmiştir. Pandemi ile birlikte ülkemizde dar anlamda işsizlik 4 milyona ve ümidini keserek artık iş aramayan insanlarımızla birlikte geniş anlamda işsizlik 10 milyona çıkmıştır.
Hükümetin uyguladığı üretim ve istihdam dostu olmayan yanlış ekonomik politikalar ve beraberinde gelen Pandemi, mevcut eşitsizlikleri derinleştirdiği gibi cinsiyet eşitsizliklerin boyutunu da büyütmüştür. Pandemi sürecinde yaşanan kitlesel işsizlikten en fazla etkilenen kadın çalışanlar oldu. Bunun temel nedeni kadın istihdamının sağlandığı ev içi emek örneğin temizlik hizmetleri ve kadınların yoğun olarak çalıştığı hizmet, ağırlama, gıda, turizm gibi sektörler krizden en fazla etkilenen iş kollarıdır. Kadınların yoğun olarak çalıştığı bu sektörler en fazla kayıt dışı, esnek, güvencesiz çalışan iş kollarıdır.
Pandemi süreciyle kreşler ülke genelinde kapatıldı. Bu durumda otomatik olarak çocuk sahibi kadın işçilerinin zorunlu olarak işlerinden istifa etmesine zemin hazırladı. Hastalığın yaygınlaşmasıyla birlikte, evdeki hasta ve yaşlı bakımını da kadınlar üstlendiği için birçok kadın işçiyi üretimden kopartıp işsizliğe mahkum etmiştir.
Pandemi döneminde işsiz kalan işçilere minimum düzeyde bir kısa çalışma ödeneği verildi. Bu ödenekten faydalanabilmek içinde asgari koşul olarak son 3 yılda 450 gün SSK pirimi istenmekteydi. Kayıt dışı çalışan, düzenli sigortası yatmayan, günübirlik işlerde çalışan işçiler bu ödenekten faydalanamadı.
Kayıt dışı ve günübirlik işlerde çalışılan iş kolları da kadın istihdamlarının en yoğun olduğu işlerdir. Dönüşümlü çalışma, uzaktan eğitim, kreşlerin kapatılması, artan bakım emeği, dışarıdan hizmet satın alma gücünü kaybetme, uygulaması gereken hijyen standartlarının yükselmesi gibi nedenlerle henüz işini kaybetmeyen kadın işçilerinin ev içi görünmeyen emeği normal zamanın çok üstüne çıkmıştır.
Bununla birlikte Covid-19 sürecinde en yoğun çalışan sektör hiç tartışmasız sağlıktır. Sağlık sektörü içinde de en yoğun çalışanlar hemşireler, hasta bakıcılar, temizlik işçileridir. Bu alanlarda da kadın emeği yüksek orandadır. Covid-19 krizini omuzlayan sektör sağlıktır, sağlık sektörünü omuzlayan ise yine bu sektörün kadın emekçileri olmuştur.
Pandemi sürecinde kadınların yaşadığı bir diğer can alıcı problem aile içi şiddetin ve devletin bunun önünü açmasıdır. Salgın bahane edilerek kadın sığınma evlerine girişler engellendi. Şiddet gören kadınlar evlerine geri gönderilerek, adeta cinayetle sonuçlanacak bir sürecin zemini hazırlanıldı. Krizle birlikte hükümet çalışan kadınlara ve özellikle kadına karşı toplumda yükselen çelişkilerin üstünü örtmek, artan memnuniyetsizliği kendinden uzaklaştırmak için milliyetçi, muhafazakar, ataerkil, aşırı sağ politikalar izledi. Kadınların tüm cumhuriyet kazanımlarına karşı sistematik bir politik duruş sergilendi. Kadına yönelik bu saldırılar, Türkiye özelinde İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması üzerinden vücut buldu.
Pandemi Sürecinde birçok sektör küçültmeye yönelirken bazı sektörlerde bitkisel hayata girdi. Turizm, seyahat, lokantacılık, kuaförler, kafeler, eğlence gibi sektörler ise pandemiyle birlikte bitkisel hayata girdi. Buralarda çalışan binlerce hizmet sektörü çalışanı mağdur oldu. Normalleşme adı altında açılmaya gidilse dahi bu sektörler güvenlerini ve nitelikli insan kaynağını kaybetti, salgın yönetimi ve toplumun ilaçlanmasında sergilenen başarısızlık devam ettiği için salgının bulaş etkisi ve insanlarımıza ve sektörlere verdiği zarar devam etmektedir. Bu konudaki kötü kamu yönetiminin bedelini tüm toplum, üreticiler, çalışanlar kısacası ekonomi ve sosyal yıkıma kadar giden yaşamlar ödemektedir.