H. Yücel Koç
Koşuyoruz Ama Nereye?
Bu gün çok güzel bir hikâye ile başlayalım. Bu hikâyenin hayatıma neler kattığını bilemezsiniz. Daha önce duymadıysanız, seveceksiniz. Umarım sizin de hayatınızı olumlu yönde etkiler. Duyduysanız başka bir bakış açısıyla okumanızı dilerim.
Beyaz adam ve yanındakiler bir kabileyi ziyarete gider. Kabile reisi gelenleri misafir eder. Sonra hep birlikte atlarına binip başka bir kabilenin olduğu yerleşim yerine doğru yola çıkarlar. Epey yol aldıktan sonra Büyük Reis atının dizginlerine asılıp, atı bir anda durdurur. Atından iner ve yere oturur. Beyaz adam ve yanındakiler şaşkın. “Ne oldu da aniden durduk” derler. Büyük Reisin cevabı muhteşem. “O kadar hızlı koştuk ki, ruhlarımız geride kaldı.”
Dizginlere asılmayı hayal bile edemediğimiz bir hayatı yaşıyoruz. Dizginleri çekenlere de hayretle bakıyoruz. Doludizgin yaşıyoruz hayatlarımızı. Bu hayatı kanıksayalı o kadar uzun zaman oldu ki, ruhlarımız nerede kaldı, bilmiyoruz. Bir şok bizi durdurmadığı sürece olağanın bu olduğuna inandık hepimiz.
Bu durmaksızın koşturma, çılgın hız alışkanlığı sadece bizi ruhlarımızdan koparmıyor. İş hayatlarımızı, sosyal hayatlarımızı da zedeliyor.
Doğru planlanmamış ve yanlış yönetilen işlerin en büyük suçlusu bu kötü alışkanlığımız. Neden işlerimiz “kervan yolda düzülür” mantığıyla yürüyor sanıyorsunuz? İşyerlerimizde çalışma barışı neden hayal? Birbirimizi dinlemeye tahammülümüz yok. İşveren de aynı alışkanlığın pençesinde, çalışan da. Kaçımızın doğduğu ev yerinde duruyor? Okuduğumuz okullar o günkü okullar mı? Eğitim sistemimiz siz okula başladığınızdan bugüne kaç yüz kez değişti, sayabilir misiniz? Arabanızı park ettiğiniz yolun kaldırımlarının kaç defa yenilendiğini hatırlıyor musunuz?
Beş yıldır karşı karşıya oturduğunuz komşunuza, beş yılda kaç kez gittiniz? İki sokak ötede oturan kuzeninizi en son ne zaman gördünüz? Denizi olmayan şehirde yaşayamam diyen ve denizi olan bir şehirde oturan siz, denize karşı ayaklarınızı uzatıp, iyot kokusunun farkına varıp, martıların süzülüşünü, vapurların denizde bıraktığı izi kaç sefer izlediniz?..
Size anlattığım hikâyeyi ilk okuduğumda bir yerden başlamalıyım dedim, kendime. Çok hızlı araba sürüyordum, hep yetişmem gereken bir iş vardı. Yavaşlamam iki yıl sürdü. Arabayı kullanılması gereken hızda kullanmaya başladığımda olan oldu. Ben mutluydum, yetişmem gereken işlere de güvenle ve daha stressiz yetişiyordum. Araba sürmek benim için eziyet, istemsiz ve bilinçsiz bir eylem olmaktan çıktı. Hayatımı kolaylaştıran bir araç haline geldi. Ama çevremdekiler bundan rahatsız oldu ve anlamlandıramadı. İnanın yıllardır neden yavaşladığımı anlatmaya devam ediyorum. Ben anlatmaktan bıktım. Onlar garipsemekten bıkmadılar. Çevremdekiler için ise bu durum genel kabullerin dışına çıkmak ve olağan dışılık. Onlar için çok anlamlı değil. Son dokuz günlük bayram tatilinde trafik kazalarında yetmiş iki kişi öldü, on iki bin iki yüz yetmiş dört kişi ise yaralandı. Dünyanın hangi medeni ülkesinde böyle bir katliam olur ve bu kanıksanır?! Bu kadar ölüm, yaralanma anlamlı, ama benim yavaşlamayı öğrenmem anlamsız.
Yavaş araba sürebilmeyi öğrenmek sadece bir örnekti. Hayatı büyük bir hızla ve gelişine yaşamak hayatın her alanında bizi zedeliyor, mutsuz ediyor. Bu mutsuzluk, üretimi, verimliliği, rekabeti, kaliteyi, gelişimi olumsuz etkiliyor.
Yaşadığımız ve kanıksadığımız hayat kader değildir. Değişim sizin elinizde. Hayat düşündüğümüzden çok daha farklı ve kıymetli anlamlar taşır. Bu anlamları hissettikçe ve içselleştikçe de güzelleşir.
Asılın dizginlere, durdurun atlarınızı ve oturun toprağa. Bırakın negatif yükleriniz toprağa geçsin. Müsaade edin ruhlarınız size yetişsin, sizi bulsun. En fazla, doludizgin koşmanın dışında bir hayat da olabileceğini bilmeyenler, size “Deli” derler.
Sağlıcakla Kalın.
H. Yücel Koç
1.Temmuz.2024
ANTALYA