H. Yücel Koç
Kodlama
Geçtiğimiz hafta havaalanındaki reklam panolarından birisinde yer alan bir reklam ilgimi çekti. Yeni kurulan bir okulun reklamıydı. Okul, ülke çapında bayilikler verdiğini duyuruyordu. Reklam, reklamı görenlerde okulun, bir “kodlama” okulu olduğu fikrini oluşturması için hazırlanmıştı.
İlköğretim okullarının ve liselerin internet sayfalarına bakarsanız, ülkemizdeki devlet okulları dâhil okullarımızın nerdeyse tamamı kodlama ve robot teknolojisine odaklanmış gözüküyor. Hatta bu eğitimler okul öncesi dönemde başlatılıyor. Okul öncesi çocuklara robotik kodlama eğitimi veren onlarca kurs var. Bu kursları kimler vermiyor ki? Şirketler, okullar, vakıflar, dernekler, belediyeler… Belediyeler robotik kodlama atölyeleri açıyor ve bu eğitimleri anlatan reklamlar yapıyorlar. Okuma, yazmayı öğrenmeden kodlama öğretiyoruz. Aklıma doksanlı yıllarda açılan bilgisayar kursları, okullara yapılan bilgisayar “laboratuvarları” geldi. Milyonlarca insan bu kurslara gitti, sertifikalar aldı.
Bu kurslardan mezun olanların ülke üretimine katkı sağladıklarını düşünen kaç kişi vardır? Bu kurslarda öğretilen yazılım dillerinin isimlerini hatırlayan var mı? Bu yazılım dillerini kullanarak ürettiğimiz bir ürün biliyor musunuz? Ya okullara kurulan bilgisayar odaları? Öğrenciler o odalara giremeden, o bilgisayarlar, çağın gerisinde kaldı. O odalar okullara gelen devlet büyüklerine gösterilmek üzere yapılmış odalardı. Çöp olup gittiler. Önceki sene bir ilköğretim okulunda böyle bir oda gördüm. Bildiğiniz hurdalık haline gelmiş. Bürokrasi bu yerlere öyle bir önem atfetmiş ki, eskiyen bilgisayarları hurdaya bile veremiyorsunuz.
Siz de benim gibi çılgın bir modanın derin dehlizlerinde sürükleniyoruz hissi yaşıyor musunuz?
Önceki gün Avanos’da 25 yaşında harika bir gençle tanıştım. Kendisine, çevresinde “Hüseyin Usta” diyorlar. Hüseyin Usta çömlek ve seramik ustası. Genç yaşına harika ödüller sığdırmış. Özgüveni inanılmaz. Kendi tekniklerini geliştirmiş. Zanaatı sanatla birleştirmiş. Harika eserler üretiyor. “Evim de var, arabam da, bir de halı dokumasını bilen bir kız bulursam tamam” diyor. Avanos’da çömlek yapamayana kız vermezlermiş. Halı dokuyamayan kız da evde kalırmış. Yaptıklarını anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Anlattıklarını dinlerken etkilenmemeniz ve saygı duymamanız mümkün değil. Ama bir üzüntüsü var. Yeni ustalar yetişmemesi onu kahrediyor. İşi ona babası devretmiş, babasına dedesi, dedesine dedesinin babası… O’nun devredeceği kimse yok. Çünkü eğitim sistemimiz modanın dayattığı eğitimleri verdiğimiz nesiller yetiştiriyor. Usta çırak ilişkisi, kuşaktan kuşağa aktarım da can çekişiyor. Hüseyin Usta kodlama eğitimi almamış ama kendi muhteşem kodlama becerilerini yaratmış.
Kapadokya’da tanıştığımız kodlama eğitimi almamış başka bir kahraman da turist rehberimiz Ömer Bey. Ömer Bey işini öyle bir aşkla yapıyor ki, anlatım yaparken yaydığı muhteşem enerjiyi hissedebiliyorsunuz. Diyor ki “yabancı misafirlerin gözünde ilk Türkiye görüntüsü benim.” Aman
Allah’ım nasıl bir tanımlama. Bu tanımlamanın O’na yüklediği sorumluluğu düşünsenize. Ömer Bey Nevşehirli, Kapadokya konusunda uzmanlaşmış. Atalarından aldığı bilgiyi, kültürü Kapadokya’nın binlerce yıllık tarihiyle harmanlamış. Bu özümseyiş Ömer Bey’in anlatımlarını şiirselleştirmiş. İnanın gezi bitmesin istedim. Günlerce anlatsa, bıkmadan usanmadan dinlerim. Rehberler bu ülkenin nadide güzelliklerinden. İyi ki varlar.
Son kahramanımız da “deli olmalı” dediğim çılgın bir iş insanı. Ürgüp Ortahisar’da masallarda olacak kadar güzel bir otel yaratmış. Otel kelimesi bu masalsı yeri anlatmaya yeter mi emin değilim. Sen 142 ev ve 3 konağı satın al, dönüştür, yeni bir yaşam merkezi, bir mahalle yarat. Bu dönüşümden 84 odalı olağanüstü bir otel çıkart. Zeminde içi toprakla doldurulmuş bir şapel keşfet ve o şapeli gün yüzüne çıkart. Bürokrasi hazretlerini dize getir, hiçbir zorluğa boyun eğme. Böyle bir işi ancak bir “deli” yapabilir. Ülkemizin daha fazla böyle delilere ihtiyacı var. Vahap Bey Malatyalı bir iş insanı. Ülkenin birçok ilinde yatırımlar yap, Londra’da Paris’te şirketler kur. Hiperaktif, proaktif, çılgın, maceraperest, sevgi dolu, mütevazi ve çok kararlı. Kararlılığı ülkenin mutlu geleceğini güzelleştirebilmek adına. Birçok sektörde işleri var. Üretimin, ihracatın tam göbeğinde. Ne yaparsa en iyisini yapmaya odaklanmış. Enerjisine yetişebilen yok. Birlikte çalıştığı iş arkadaşlarının hepsinin yüzü gülüyor, hepsi işlerini kendi işleri gibi sahiplenmişler. Yılbaşı gecesi saat 24:00’de Vahap Bey tüm çalışanlarını topladı, hepsi birbirlerine sarıldılar ve yılbaşına el ele, gönül gönüle birlikte girdiler. Görülesi bir andı. Böylesi bir mutluluğa şahit olmanın keyfini yaşadım. Vahap Bey kendi kodlamalarını keşfetmiş, keşfettiklerini de sevgiyle çevresindekilerle paylaşmayı başarmış. Bu da üretime, başarıya, mutluluğa, ülkemize katkıya dönmüş.
Eğitim politikalarınız modaya endeksliyse üretiminiz de katma değer üretmiyor. Hiçbir alanda rekabetçi ürün üretemiyorsunuz.
Kodlama işe yaramaz mı? Elbette yarar. Çocuklarda mantık kavramını oturtur, planlama becerilerini artırır, muhakeme yeteneğini geliştirir. Ama bunları geliştirmenin onlarca farklı yolu var. Yeter ki çocukların ilgi alanlarını doğru belirleyin ve o ilgi alanlarına uygun eğitimleri modern bilimin ışığında tasarlayın. Kodlamayı, robot teknolojisini öğretelim ama meyve sebze üretmeyi, sanatı, çömlek yapmayı, saç kesmeyi, ekmek yapmayı, saat tamir etmeyi, tesisatçılığı, hayvancılığı, mücevher tasarımcılığını, balıkçılığı, demiri işlemeyi, duvar ustalığını, edebiyatı, Türkçe konuşup, anlayabilmeyi, kitap okumayı, çocuk yetiştirmeyi, çevreye saygılı olmayı, dans etmeyi, insanları sevmeyi de öğretelim. Gençlerimiz “Hüseyin Usta” gibi, sevgili rehberimiz Ömer Bey gibi, iş insanı Vahap Bey gibi mutlu olsunlar, ne yaparlarsa aşkla yapsınlar, ülkemize değer katmak için yapsınlar, yapalım… Onlar mutlu olsunlar ki ülkemiz de mutlu olsun. Onlar ayaklarının üstünde sapasağlam durabilsinler ki, ülkemiz de güçlü olsun.
Sevgiyle Kalın…