H. Yücel Koç
H. Yücel KOÇ
Zaman Varken…
Harika bir hikâyesi olan, harika bir marka doğuyor. Bu hikâyeyi hızlı tüketim ürünleri satan firmaların satış teşkilatlarında profesyonel olarak çalışmış genç, azimli ve güler yüzlü bir girişimci ve onun küçük ekibi yazıyor. Nefis soğuk sandviçler üretiyor. Egeliler marketlerde, okul kantinlerinde, akaryakıt istasyonlarında “Salados” markasını görüyorlar, alıyorlar ve afiyetle yiyorlar. Ama eminim ki yakında Salados’un adını duymayan kalmayacak. Salados’a emek veren takım kaptanı ve ekibinin başarısını görmemek mümkün değil. Olması gerekeni en basit ve güzel haliyle yapıyorlar. İşe başlamadan önce hazırladıkları proje ve sonrasında planladıkları yol haritası gerçekçi ve akılcı. Tabir yerindeyse dört başı mamur bir iş. Büyük emek veriyorlar. Yaptıkları işi gerçekten seviyorlar ve saygı duyuyorlar. Bunlar marka olmaya yeter mi? Elbette yetmez. Peki ne yapıyorlar? İşin her aşamasına evrensel bakıyorlar. Evrensel gereklilikler nedir ve yerel potada nasıl eritilir onu biliyorlar. Soruyorlar, öğreniyorlar ve uyguluyorlar. Kurumsal olmayı konuşmadılar bile, işi kurgularken kurumsallığı özümsemişlerdi. Akdeniz insanının sıcaklığını, evrensel değerlerle birleştirdiler. Takım kaptanının Kayserili olduğunu da atlamayalım. Ticaret kültürü Kayserililerin genlerinde var. Bu da önemli bir gerçek. Takım kaptanı diyor ki “En iyi reklam ajansını bulduk, paranın yokluğunda en çok parayı onlara ödedik. Hijyen için dünyanın en iyisi neleri yapıyorsa biz de onları yaptık. Otomasyon, bilgi sistemleri ve ihtiyacımız olan teknolojik ekipmanların hiçbirinden taviz vermedik.” Takım kaptanı Sevgili Osman hemen hemen her gün sahada, pazarın nabzı, avuçlarının içinde. Eşi Müge Hanım üretim ve Ar-Ge Sorumlusu olarak en başından beri işlerinin başında, eşinin yanında… Kısa sürede inanıyorum ki bilinirlikleri en üst seviyeye çıkacak. Sonrasında da dev şirketlerin ilgi alanına girecek.
Aile şirketleri ekonomimizin ana direkleri. Kesinlikle çok iyi olmalılar. Yaptıkları her şeyi planlayarak, bilerek ve inanarak yapmalılar. Evrensel değerlerden ödün vermeden, kendi edindikleri tecrübelerini ve bilgilerini evrensellikle harmanlayabilmeliler. Bana hep kurumsallaşmanın zamanlamasını soruyorlar. Ben de “şu an” diyorum. Özellikle işini çok başarılı görenler bu cevaba çok şaşırıyorlar. Ana ölçünün başarı olduğunu sanıyorlar. Oysa ”ana ölçü başarının sürdürülebilir olması.” İşte kurumsallaşma bunu sağlıyor. Oysa asıl sorgulanması gereken kurumsallaşmanın ne zaman olacağı değil, nasıl olacağı olmalı.
Peki nereden ve nasıl başlamalı? “Bırakarak.” Nasıl mı? Yaşanmış bir örnekle konuyu sürdürelim:
Önceki hafta üstteki konuların konuşulduğu bir toplantıda yarım yüzyıla yakın geçmişi olan başarılı bir aile şirketinin kurucu üyesi “Tamam güzel de yarın ihracat var, satış var, ürün yetişecek, biz neler konuşuyoruz” dedi. Aileden beş kişinin yönetimde olduğu bu şirketin üyelerine kişilerin özverileriyle ve içlerinden çıkardıkları süper kahramanların çabalarıyla oluşan mevcut başarının risklerinden bahsetmeye çalıştım. Rutin çukurunun neden olacağı sonuçları izah ettim. Kişilere bağlı başarıların kalıcı olmasının mümkün olamayacağını belirttim. Süper kahramanlar olarak konumlandırdıkları kişilerin yeteneklerinin bir ömür sürmesinin mümkün olmadığını örneklerle açıkladım. Herkes için ama özellikle yönetimi sırtlayanların, vizyonu oluşturanların ufuklarını durmaksızın genişletme çabası içinde olmaları gerektiğini, eğitimin bitmeyen bir zorunluluk olduğunu vurguladım.
Her annenin evladını hep çocuk görmesi gibi bizim iş kültürümüzde kurucu aile üyeleri de şirketlerini evlatlarıyla özdeşleştirir. Onları çocukları hatta hiç büyümeyen bebekleri gibi görürler. O çocuk hep kucaklarında otursun, avuçlarının içinde olsun isterler. Çocuklarını kimselere emanet etmek istemezler. Uluslararası alanda çok rekabetçi olamamamızın önemli nedenlerinden birisi de bu olsa gerek. Düşünsenize bir bebeğiniz oluyor, büyüyor. Ona kimsenin dokunmasına müsaade etmiyorsunuz, okula yollamıyorsunuz, arkadaş edinsin istemiyorsunuz. Ama harika olduğunu düşünüyorsunuz. Çünkü çok zekisiniz ve onu siz yetiştirdiniz, ne biliyorsa siz öğrettiniz. Ama siz dil bilmiyorsunuz, idare edecek kadar matematik biliyorsunuz, sosyal çevreniz sınırlı, yılda üç kitap okuyorsunuz, ama günde üç gazete okuyor, tüm tartışma programlarını da gece gündüz demeden izliyorsunuz. Hadi şimdi düşünün, anlattıklarım, kurucusu olduğunuz şirketiniz için benzerlikler taşıyor mu? Hiç bizimle ilgisi yok diyorsanız, harika. Yaptıklarınızı yapmaya devam edin. Ama benzerlikler varsa lütfen şirketi kendinizden kurtarın. Kendiniz için.
Fırsatınız ve zamanınız varken, geçmişte ihmal ettiğiniz şeyleri düşünün ve onlarla ilgilenin. Değer verdiğiniz insanlara daha çok zaman ayırın.
Varsa kırgınlıkları sonlandırın. Bırakın sizi iyi anılarla hatırlasınlar.
İş seyahatlerine çıkın, yeni fırsatları kovalayın, tatil yapın.
İşinizin süper kahramanlara bağlı olmaktan çıkması konusunda sonraki nesilleri, profesyonelleri cesaretlendirin.
“Ben olmazsam olmaz” düşüncesini bıraktığınızda neler oluyor, merak edin. Tecrübelerinizi paylaşın, dinginleşin. Bırakın sistem çalışsın, sizin bugünlere getirdiğiniz başarılar kalıcı olsun, kurumsallıkla taçlansın.
Fırsat tanırsanız gurur duyacaksınız, inanın. Emin olun daha huzurlu yaşayacaksınız, daha çok sevileceksiniz.
Hadi bir daha düşünün, geç olmadan.
Sevgiyle kalın…