Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu
Türkiye İçin Sermayenin Tabana Yayıldığı Yeni Bir ‘Girişimcilik’ Politikası ve Finansman Modeline İhtiyaç Var
Türkiye’nin geleneksel olarak hayatta kalma ‘SURVİVOR’ anlamında bir ‘Zorunlu Girişimci’ olma sorunu yok gibi görünmektedir. Bu topraklarda yıllardır ayakta kalmak için insanlar zorunlu olarak girişimci olmak zorunda bırakılmıştır. Maaşı yetersiz olduğu için okul mesaisi dışında kestane satan öğretmen de, geçinmek için yıllardır dikiş dikerek fason iş yapan Ayşe Teyze de kendi çapında girişimcidir. Zaten yüzde 50’si kayıt dışı olan ve diğer kalan “sözde kayıt içi ekonomi”nin de taşeronlaşma , diğer kayıtsız, vergisiz, sigortasız ve güvencesiz iş ortamından yani kayıt dışından beslendiğini kabul edersek bu sistem içinde yoksulluğun dayattığı zorunlu bir girişimcilik söz konusudur.
Diğer taraftan, birçok şark kurnazını, kısa yoldan zengin olmak isteyen vurguncuları, sistemi dolandıran uyanıkları veya namuslu halkın vergilerini yani kamusal kaynakları hortumlayan çeteleri de ‘gayri ahlaki girişimci’ örnekleri olarak kabul edebiliriz.
İronik de olsa yıllarca büyük sermaye temsilcisi iş adamları ve özellikle bunların genç kuşak aile bireyleri de bir şekilde kamuoyunda ‘girişimci iş adamı’ olarak tanımlandı. Başka bir ifade ile babadan çocuklara servet aktarımı ile ortaya çıkan aile şirketlerinin üyeleri de bir şekilde otomatik olarak girişimci kabul edildi (Tıpkı bir mülkiyet veya miras aktarımı gibi).
Tüm bu ülkemize özgü girişimcilik tanımları açısından bakıldığında Türkiye’nin girişimcilik sorunu yok gibi görünmektedir.
Özellikle KOBİ’leri, yan sanayimizi ve Anadolu sermayesini göz önünde tutarsak, Türkiye tam bir girişimci cenneti gibi görünmektedir. Küçük ve orta ölçekte sanayileşmeye dayalı büyüyen Türkiye modelinde ihtiyaç duyulan yan sanayi ve KOBİ’lerin varlığı, döneminin, zamanının ve ekonominin ruhunu tamamlayıcı nitelikte yerini almıştır.
Ancak bugün, hem ekonominin sermaye birikim modeli değişmiş, hem de teknoloji alanında yaşanan baş döndürücü gelişmeler Dünya’nın ve Türkiye’nin yeni bir ekonomi ve kalkınma modeli üzerinde mesafe almasını zorunlu hale getirmiştir. Bu yeni gelişim ve büyüme modelinin şifreleri DİJİTAL TEKNOLOJİ VE İNOVASYON EKONOMİSİNE DAYALI KALKINMA MODELİDİR. Bu yeni ekonomik gelişim modelinin en önemli saç ayaklarından birisi de eğitimli ve yüksek nitelikli insan kaynağının yaratıcı ve inovatif düşünme kapasitesine dayalı girişimcilik ve bu girişimcilerin doğacağı-yetişeceği eko-sistemin inşasıdır.
Hiç kuşkusuz ki, burada tanımlayacağımız girişimci tipi, yukarıda altını çizdiğimiz zorunlu, geleneksel, babadan oğula geçen, mevcut bir servete dayanan girişimci tiplerinin çok ötesinde, sanayi toplumundan bilgi toplumuna VE NİHAYET SÜPER AKILLI TOPLUMA geçişi temsil eden, bilim ve teknoloji çağının anlam ve önemine uygun biçimde yetiştirilen, yoktan var olan ve tek sermayeleri entelektüel birikim, bilgi ve yaratıcılık olan, geleceğin milyarder adayları genç girişimcilerdir.
Bunların yetiştiği iklimler ise yaratıcı ve inovasyon ekonomisinin ihtiyaç duyduğu üniversiteler, araştırma merkezleri, bilim parkları, teknoparklar, kuluçka ve tematik inovasyon merkezleridir. Bunların kuracağı şirketler ise “spin off”, “start up" ya da ‘unicorn’ olarak isimlendirilen küçük işletme veya iş girişimleridir.
Yenilikçi üretim ve ürün için inovasyon, bilgi üretimi ve transferi ile birlikte teknoloji geliştirme ön plana çıkarken, kapitalizmin bu yeni örgütlenme ve üretim modelinde katma değeri yüksek ileri teknoloji tabanlı üretime geçişte binlerce girişimci yetiştirmek, bu girişimcilerden geleceğin şirketlerini çıkarmak ve bu şirketlerde çalışacak yetenekli insan gücünü (man power) istihdam etmek, yeni ekonomik modelin temel taşlarını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye henüz nasıl girişimci yetiştireceğine yönelik sistemli ve stratejik bir planı ortaya koyamamıştır. Bazı iyi niyetli devlet desteklerine rağmen bu model için esas gerekli olan eko-sistem veya yeni bir finans veya bankacılık sistemi de henüz geliştirilmemiştir. Üniversiteler, teknoparklar ve Ar-Ge merkezleri bünyesinde oluşturulmaya çalışılan Teknoloji Transfer Ofisleri, Kuluçka merkezleri ve proje yarışmaları gerçek anlamda girişimci yetiştirmeye hizmet etmekten çok uzaktır.
Türkiye’deki zihniyet, konu Ar-Ge olunca başta özel sektörümüz olmak üzere her zaman olduğu gibi, devletten veya devlet kaynaklarından daha fazla nasıl para alabiliriz noktasındadır. Bugün gerçek anlamda yaşadığımız durum; iş dünyasının, endüstrinin yeni sermaye birikim modelini henüz yeterince kavramadığını görüyoruz.
Aynı şekilde bilimin esas görevinin kamu yararı üretmek ve endüstri için ticaretleşecek ya da markalaşacak bir ürünün yerli ve milli teknolojisinin geliştirmesine doğrudan katkı yapmak olduğu bilincinde olmayan üniversitelerin, her şeyden önce bilimin, teknolojiye, teknolojinin ürüne dönüştüğü bir ilişkinin kurulamadığı yani endüstri için veya endüstri ile işbirliği içinde proje, Ar-Ge, patent vs üretmeyen bir yapı içinde ar-ge fonksiyonu olmayan düz diploma veren bir eğitim kurumu ötesine gidemediği gözlemlenmektedir.
Üniversite bünyelerinde yer alan Teknopark veya Teknoloji Transfer Ofislerinin ise gerçek kuruluş amacından uzak öncelikle emlakçılık yaparak kiraladıkları ofisler üzerinden gelirler elde etmek suretiyle rektörlüğün bilim-ar-ge dışı masraflarını (pahalı makam arabalarını, pahalı evlerini, yurt dışı-yurt içi bitmez tükenmez VİP gezilerini, ağırlama giderlerini, gösterişe ve lükse ait her şeyi..) finanse etmek ve bunlar içinde en masum harcamaların ise girişimci üniversiteler listesinde nasıl yer alabiliriz pragmatizmi ile teknolojiye veya ürüne dönüşmeyen tonlarca projenin desteklenmesi için kullanıldığı gözlemlenmektedir.
Başka bir ifade ile herkesin birbirini kandırdığı, bilim ve Ar-Ge yapıyormuş gibi yaptığı organize uyanıklığın veya işlerin ötesine gidemediği ve hiçbir içeriğin ya da bilimsel veya teknolojik çıktının olmadığı bir gösterişten yani ‘Show-Business’ den ibaret olduğu bilinmektedir.
Bilim ve teknoloji çağında küresel dijital dönüşüm ve inovasyon ekonomisi içinde yer almak, özellikle katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünleri üretebilmek için gerekli olan yenilikçi ürün üretebilme ve marka yaratma kabiliyetinin inşası boyutuyla gerekli olan yeni nesil girişimcilere ve elbette ki kamusal alanda ve özel sektörde bu girişimcilik iklimini destekleyecek liderlere ve vizyona ihtiyacımız vardır.
Bunun içinde, Ar-Ge tabanlı üniversitelere, üniversite ve endüstrinin rekabet öncesi bir araya geldiği araştırma ve inovasyon merkezlerine, daha fazla nitelikli ve içerikli ihtisaslaşmış teknoloji geliştirme bölgelerine, bilişim vadilerine, “smart zone” bölgelerine, bu platformları destekleyecek finansal sisteme, yani özel sektör ve kamusal kaynaklara ve her şeyden önemlisi sadece bu yeni teknoloji ve inovasyon tabanlı gelişim ekonomisini destekleyecek yeni bir bankacılık, risk sermayesi ve melek yatırımcı modeline ihtiyaç vardır.