Nilgün Yalım Eren
Sahip Olmak ya da Olmak (6.Bölüm)
Erich Fromm (1900-1980)
Almanya doğumlu Amerikalı antropolog, sosyal felsefeci, tarihçi ve psikanalist olan Fromm’un bu kitabı dünyanın ve insanın içinde bulunduğu durumu çok iyi tespit ediyor ve bu bunalımın nedenlerini çözümleyerek bizlere çağın anahtarını veriyor. Gelecekte var olmayı sürdürebilmemiz ve insan soyunun yeniçağa ayak uydurabilmesi için tek bir yol, tek bir seçenek vardır:”Sahip Olmak’tan, Olmak’a geçmek.”
II.BÖLÜM
İKİ VAROLUŞ BİÇİMİ ARASINDAKİ TEMEL FARKLILIKLARIN ÇÖZÜMLENMESİ (devam)
3.”Sahip Olmak” ve “Olmak” Kavramlarının Anlaşılmasında Bazı Yeni Boyutlar
Güven-Güvensizlik
İnsanın kendisini sahip olduğu şeylere bırakması, aslında bir rahatlık arayışıdır. Çünkü insan, sahip olduğu şeyleri tanır ve onlarla beraberken rahattır. Çünkü insanlar bilinmeyene doğru gitmekten korkarlar. Eski ve denenmiş olan güvenlik verir veya öyle gibi gelir. Bu özellik insanların özgürlükten korkup kaçmalarının en önemli nedenlerinden biridir.
Eski ve alışılmış olan yaşamın her döneminde ayrı bir anlama gelir. Önce annemiz, babamız oyuncaklarımız vardır ve onlara sahibizdir. Sonra bilgi kazanırız. Daha sonra, bir işe, toplumda bir yere, bir eşe, çocuklara, bir mezar yerine ve son arzumuzu söylediğimiz bir vasiyetnameye sahip oluruz.
Sahip olmanın yarattığı güvene rağmen, yeniliklere atılanlara karşı da hayranlık duyarız. Mitolojideki “kahraman” miti bu özlemin bir sembolüdür. Kahraman, sahip olduğu şeyleri, evini, ailesini, yurdunu terk ederek bilinmeyene yönelen, yabancı yerlere gitmeye cesaret eden insandır. Budist gelenekte, bütün mal varlığını, ailesini, unvanını terk ederek ihtirastan arınmış bir yaşama doğru yönelen Buda bir kahramandır.
Bizler bu kahramanlara hayranızdır. Ancak korktuğumuz için böyle davranışların sadece kahramanlara özgü olduğu aldatmacası ile kendimizi avuturuz. Böylece kahraman ilahlaşır ve biz olduğumuz yerde kalırız.
Hiç kimse, kendini yaşama bağlayan şeyleri yitirmek istemez. Ama sahip olunan her şey eninde sonunda yitirilmek zorundadır. Yitirmek kaçınılmazdır. İnsan bir gün ve bilemediği bir anda ölmek durumundadır. Yani herkes her şeyini ve yaşamını yitirecektir.
Eğer insan sadece sahip olduğu şeylerden ibaretse, onları kaybettiğinde, kendini de yitirecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda, ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar.
Olmak kavramında ise, sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Kişiliğim, olmak tarafından belirleniyorsa, kimse benden bunu alamaz ve sonsuza dek bende kalır, beni güçlü kılar.
Dayanışma-Uzlaşmazlık
Sahip olmak ilkesine dayanan ilişkilerde, düşmanlık, uzlaşmazlık ve korku duyguları egemendir. Açgözlülük sahip olmak duygusunun doğal bir sonucudur. İhtiras sahibi bir kişi hiçbir zaman yeterli şeye sahip olamaz, mutlu, halinden memnun ve doyum içinde olamaz. İnsan sahip olduklarını kaybetme tehlikesi taşıdığından hep daha fazlasına sahip olma isteği duyacaktır. Bu nedenle bireyler arasında en çok şeye sahip olmak için her zaman mücadele ve savaş süregelecektir. Bu durum uluslararasında da böyledir. Maalesef uluslar da istedikleri şeyleri savaşlar, sömürge, baskınlar ve tehditlerle ele geçirmeye çalışırlar. Ulusların içindeki sınıflarda da benzer mücadeleler görülür. Çünkü “Sınırsız ihtiyaçlara, en yüksek üretim gücü bile yetişemez”.
Sevinç-Hoşnutluk
Hoşnut olmak nedir? Bir arzunun aktif bir çaba gerekmeden tatmin edilmesi olarak açıklanabilir. Toplumsal bir başarı, çok para kazanmak, piyangodan para çıkması, dilediğince yemek gibi durumlarda bir hoşnutluktan söz edilebilir. Kişi istediği amaca ulaştığında bir heyecan ve tatmin duyar ve doruğa eriştiğine inanır. Ama neyin doruğuna? Bu hiçbir zaman içlerinin tam bir sevinçle dolmasını sağlayamaz. Yaşamın sevinçle dolamaması yani doyumsuzluk kişiyi sürekli olarak yeni tahrikler aramaya ve bunalıma iter.
Spinoza der ki:
“Sevinç, insanın az mükemmellikten, çok mükemmelliğe ilerleyişi ve geçişi, üzüntü ise çok mükemmellikten, az mükemmelliğe doğru gerileyişidir.”
Sevinç insanın kendini gerçekleştirme süreci içinde, hedefine yaklaştıkça duyduğu ve hissettiği bir duygudur. Sevinç erdem, üzüntü ise günahtır.
Günah ve Bağışlama
Klasik günah kavramı Tanrı’nın buyruklarına karşı itaatsizlik etmek ile eş anlamlıdır. İnsanlar yasalara sadece ceza almaktan korktukları için saygı göstermezler. Onları bu davranışa iten itaatsizliğin içlerinde uyandırdığı suçluluk duygusudur. Bu suçluluk duygusundan kurtulmanın tek yolu otorite tarafından bağışlanmaktır. Bağışlanmanın koşulları da ağırdır. Suçlu suçundan pişmanlık duymalı, cezasına razı olmalı ve cezayı kabul etmelidir.
Ölümden Korkmak-Yaşamın Doğrulanması
Her insan mı ölümden korkar, yoksa yalnızca yaşlılar ve hastalar mı? Ölümsüzlük arzusu neden var?
Çeşitli inançlarda uygulanan ve insan bedenini “konserveleyerek” saklama fikri, ölümsüzleşme arzusunun en belirgin biçimidir. Günümüzde ve özellikle Amerika’da rastlanan, ölüm korkusunu azaltmak için uygulanan ölüyü gömmeden önce süsleme ve güzelleştirme çabası da konunun ilginç örneklerindendir.
Ölüm korkusundan sıyrılmanın yalnızca bir yolu vardır. Yaşama sıkı, sıkıya bağlanmamak ve onu sahip olunacak bir şeymiş gibi görmemek gerekir. Sahip olmak anlayışına bağlı olduğumuz oranda ölümden korkarız. Olmak anlayışına sahip bir insan ise ölümden korkmaz. Çünkü ölümle yitireceği hiçbir şey yoktur.
Burada ve Şimdi-Geçmiş ve Gelecek
“Günümüz” sözcüğü, geçmişle geleceğin kesiştiği noktayı tanımlar. Bir sınır, bir değişim noktasıdır. Ama birbirine bağladığı geçmiş ve gelecekten de farklı değildir.
Olmak ilkesi yalnızca burada ve şimdi vardır. (An da vardır) Geçmişte, günümüzde ya da gelecekte değil. Burada ve şimdi oluş sonsuzluk ve zamansızlıktır. Sonsuzluk çoğu kimsenin yanlış inancı gibi, sınırsızlığa dek uzatılmış bir zaman değildir. Sevginin, sevincin ve bir gerçeğin kavranmasının yaşanması zaman içinde değil , burada ve şimdi gerçekleşebilir.
Sahip olmakta ise insan, geçmişte biriktirdiği şeylere, paraya, toprağa, şöhrete, prestije, bilgiye, çocuklarına ve anılarına bağlıdır. Geçmişi düşünür, o zamanki duygularını hatırlamaya çalışır. O geçmiştir ve “ben, bendim” demesi normaldir.
Kaynak: Erich Fromm/Sahip Olmak ya da Olmak/Say Yayınları/İstanbul, 2019.