Nilgün Yalım Eren
Sahip Olmak ya da Olmak (1.Bölüm)
Erich Fromm (1900-1980)
Almanya doğumlu Amerikalı antropolog, sosyal felsefeci, tarihçi ve psikanalist olan Fromm’un bu kitabı dünyanın ve insanın içinde bulunduğu durumu çok iyi tespit ediyor ve bu bunalımın nedenlerini çözümleyerek bizlere çağın anahtarını veriyor. Gelecekte var olmayı sürdürebilmemiz ve insan soyunun yeniçağa ayak uydurabilmesi için tek bir yol, tek bir seçenek vardır:”Sahip Olmak’tan, Olmak’a geçmek.”
“Yapmaya giden yol, olmaktan geçer” Lao-Tse
Giriş
Büyük Vaat, Gerçekleşmesi ve Yeni Seçenekler
Endüstri çağı başından itibaren insanları ayakta tutan umut ve güven kaynağı, sınırsız bir gelişmenin insana her istediğine ulaşma imkanı vereceği vaadiydi. Doğa insan egemenliğine girecek, sınırsız bir maddesel bolluk olabilecek en büyük mutluluğu getirecek ve kısıtlanmamış gerçek özgürlüğe ulaşılacaktı.
Büyük Vaat Neden Gerçekleşmedi?
- Yaşamın tek amacının maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi.
- Sistemin kendi varlığını koruyup, sürdürebilmesi için desteklemek zorunda olduğu bencillik, kendi çıkarını düşünmek, açgözlülük ve sahip olma ihtirası gibi karakter özelliklerinin uyumu ve barışı sağlayacağı inancı.
- İnsanların doğaya karşı giderek daha düşmanca davranmaları. Doğal kaynakların da bir sonu olduğunu ve doğanın insandaki bu sömürücü tutuma karşı kendini savunabileceği gerçeğini göremiyoruz.
Felaketten Kurtulabilmenin Bir Yolu Var mı?
İlginç olan tehlike çanları çalmasına rağmen gelmekte olan sevimsiz kadere karşı hiçbir ciddi önlemin alınmamış olmasıdır. Varlığı tehlikeye düşmüş bir bireyin, buna karşı hiç tepki göstermemesi deliliğin işareti sayılır. Bir sürü konferans, brifing ve silahsızlanma görüşmesi toplumda sorunlara karşı önlem alındığı izlenimi yaratmaktadır.
"Sahip Olmak" ile "Olmak "Arasındaki Farkın Anlaşılması
Yaşayabilmek için o şeylere sahip olmamız gerektiğini düşünürüz. Ancak sahip olmanın, daha çok şeye sahip olarak yaşamanın, hayatın tek gayesi olarak açıklandığı, insanların değerlendirilmesinde “milyon değerinde” gibi tanımların kullanıldığı bir toplumda bu farkın anlaşılmaması normaldir.
Ayrıca “olmak” ın tek yolu “sahip olmak” tan geçiyor gibi tanıtılmaktadır. Yani günümüz değer yargılarına göre “hiçbir şeye sahip olmayan bir kişi bir hiçtir” sonucuna varıyoruz.
Filozofik Açıdan Olmak
Olmak kavramı olgunlaşmak, canlılık ve hareket öğelerini içerir. Canlı insandan, onun sevgilerinden, nefretlerinden, acılarından söz edecek olursak, “olmak” ancak bir hareketlilik, canlılık ve değişim içinde anlam kazanır. Canlı olan varlıklar olgunlaştıkları zaman olmaktadırlar ve ancak değişebildikleri sürece vardırlar.
Sahip Olmak ve Tüketmek
Yemek ve içmek yoluyla bir şeylere sahip olma eğilimi çocuklukta başlar. Küçük bebek, evriminin bir döneminde, sahip olmak istediği şeyleri ağzına götürür. Yamyamlığın çeşitli biçimleri de bu konuya iyi bir örnek olabilir. Yamyamlar bir insanı yediklerinde, onun güçlerinin de kendilerine geçeceğine inanırlar. Ama birçok nesneyi yemek mümkün olamaz. Buna karşılık sembolik bir sindirme işlemi gerçekleştirilebilir. Eğer bir Tanrı’nın, bir babanın ya da bir hayvanın varlığını içime sindirdiğime kendimi inandırabilirsem bu sembolü kimse benden alamaz. O nesneyi sembolik olarak yutarım ve içimde yaratacağı sembolik etkiye kendimi inandırırım. İşte Freud bu yolla Üst-ben’i açıklar. Babasal yasaklar ve toplumsal yasaların toplamı, kişinin içine sindirilir. Aynı yolla bireylere bir otorite, bir kurum veya bir fikir enjekte etmekte mümkündür. Kişi artık onlara sahiptir ve bunlar sonsuza dek onun içinde etkilerini sürdürecektir.
Tüketim, günümüz toplumunun en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şeyin kişiden geri alınması imkansız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarar. Ama her tüketilen şey, tüketildiği andan itibaren, tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için de insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalırlar.
Günlük Yaşamdaki Görünümleri ile "Sahip Olmak" ile "Olmak"
Aşağıda günlük yaşamdan verilecek bazı basit örnekler, “sahip olmak” ve “olmak” ın deneysel biçimleriyle tanışmamızı, böylece bu iki kavramın ne anlama geldiğini anlamamızı sağlayacaktır.
Öğrenmek
Öğrenciler bir dersi dinlerken bir yandan anlatılan şeyler arasında mantıklı bağlar yakalayarak anlamı kavramaya çalışırlarken, diğer yandan anlatılanları deftere not ederek gelecek sınavda başarılı olmayı amaçlarlar. Bu arada, anlatılan şeylerin içeriği üzerine pek düşünmezler. Öğrendikleri şeyler onların düşünce dünyasının bir parçası haline gelmediği için, kişisel gelişimlerine ve evrimlerine hiçbir katkıda bulunmazlar. Öğrencilerin tek amacı vardır: “Öğrenilmiş” olanı saklayıp tutabilmek. Dünyaya bakış açısı sahip olmak ilkesine göre ayarlanmış bir insan için gelişen, değişen ve denetim altına alınamayan her bilgi ve düşünce rahatsız edici ve korku vericidir.
Yaşama “olmak” ilkesi ile bakan öğrenciler içinse, öğrenme süreci bambaşka bir anlam taşır. Onlar bir derse boş bir zihinle girmezler. Dersin konusu üzerine düşünmüşlerdir. Öğrenecekleri şey ile bir hesaplaşma sürecine girmişlerdir. Dinlerler, ama pasif bir dinlemeden farklı olarak, olaya aktif bir tepki gösterirler ve üretici biçimde yaklaşırlar. Öğrenci ders sonunda eskiye oranla değişmiş başkalaşmıştır.
Hatırlamak
“Olmak” kökenli hatırlama, bir zamanlar duyulmuş ya da görülmüş olan bir şeye, yeniden canlılık ve anlam kazandırılması demektir. Sözcükler, düşünceler, resimler veya müzik yoluyla bilince çağrılan şeyleri kapsar. O olaya karşı duyulan güçlü ve doğrudan ilgi de buna destek olur.
Sahip olmak kökenli hatırlama, zaman, mekan, büyüklük, renk gibi özellikleri çağrışımlar aracılığı ile birbirine bağlar.
Konuşmak
“Olmak” biçimli davranış şekline sahip olan bir insan, bir konuşma veya sohbet için hiçbir şeyi önceden hazırlamaz ve kendini pohpohlamaya gerek duymaz. Olayın içinde spontan ve üretici bir davranış sergiler. Böyle bir kişi bilgilerini ve toplumdaki yerini unutmuştur. Kendi benliği kendisine bir engel oluşturmadığı için, başkalarına gerçekten ilgi duyar, onların fikirlerine değer verir. Korkuyla bazı şeylere bağlı kalmadığı için her an yeni fikirlere açıktır ve yeni düşüncelerin gelişmesine katkıda bulunabilir.
“Sahip olmak” tavrındaki kişi ise, sahip olduğu şeylere güvenir.
Okumak
Okumak ta yazarla okuru arasındaki bir ikili konuşma durumudur. Bu nedenle neyin okunduğu önem taşır. Ucuz ve sanattan uzak bir roman okumak, gündüz hayal görmekten farklı değildir. Böyle bir kitap okurda hiçbir üretici tepki doğurmaz. Tıpkı boş bir televizyon programı seyrederken, düşünülmeden yenen çerezler gibi, bu roman da öylesine “yutulur”.
Kaynak: Erich Fromm/Sahip Olmak ya da Olmak/Say Yayınları/İstanbul, 2019.