H. Yücel Koç
İkinci Kuşak Hüznü
Dünya ekonomisi 2008 yılında ciddi bir krize sürüklendi. Kriz Amerika’da başladı, ardından tüm ülkeleri etkisi altına aldı. Her ekonomik krizin sonrasında olduğu gibi mali politikalar raflara kaldırıldı, para politikaları devreye alındı. Güçlü ekonomiler dünyayı paraya boğdu.
Paranın önemli bir miktarı gelişmekte olan ülkelere aktı. Ülkeler bu parayla refahlarını artırdılar. Bu ülkelerin büyük bölümü tabir yerindeyse, ellerine geçen parayla “har vurup harman savurdular.” Para rahat geldiği için, rahat da harcandı.
O dönem de bazı ekonomistler bu paranın geri dönüşünün çok can yakıcı olacağını söyleseler de, dönem onlara kulak asılacak dönem değildi. Kulak asanların büyük çoğunluğu da “o gün gelsin, bakarız” anlayışındaydı.
O günler geldi. O günlerin geldiği yetmezmiş gibi, bir de üstüne Covid-19 salgını geldi. Covid-19 salgını da 2008 krizinden daha kötü bir kriz beklentisi içinde olduğumuz konuşulurken geldi.
Şimdi diyeceksiniz ki, “yine para politikaları devreye girer, para bollaşır, rahatlarız.” Ama durum bu sefer tüm dünya için farklı. Bu kriz dünyanın daha önce hiç karşılaşmadığı, tecrübe etmediği bir kriz. Çok fazla bilinmezlik içeriyor. Salgın ekonomik krizi bilmediğimiz bir şekilde derinleştiriyor.
Bizim açımızdan ise önceki krizin getirdiği para bolluğunun geri ödemesinin can yakıcı etkilerinin içinde olduğumuz dönem. Sonuçlarını yaşayıp göreceğiz.
Biz dönelim asıl üstünde durmak istediğimiz konumuza. 1985 sonrası doğan, işletmelerde bugünün ikinci ve üçüncü kuşağını oluşturması beklenen insanların durumuna.
Bu insanlar işletme yönetimlerini kendilerinden önceki kuşaktan teslim alacaklar. Ama nasıl? İsterseniz önce bu insanların bu günlere kadar ne yaşadıklarına bakalım.
Bizim ülkemizde çocuk baştacıdır. Anne-babalar kendilerini çocuklarına adarlar. Geçen hafta uzun süredir görmediğim bir dostumun iş yerine gittim. Çıkarken oğlunu sordum. Öğlene yakın bir vakit olmuştu, oğlu henüz işyerine gelmemişti. “Bu işler ona göre değil” dedi, arkadaşım. Peki ona göre olduğunu düşündüğü başka bir işle ilgileniyor mu diye sordum. “Yok,” dedi. Oğlunun kendine uygun iş için neyi beklediğini sordum. Anladı, meramımı. Eşini gösterdi, “kıyamıyor oğluna” dedi ve ekledi, “ama çok iyi bir çocuk.” Ben bugüne kadar çocuğu çok iyi çocuk olmayan hiç kimseye rastlamadım. Elbette ki öyle, çocuklarımız çok iyi. Tüm çocuklar çok iyi ama çocuk bizimse hepsinden daha iyi.
Bu çocuklar sıcak evlerde büyüdüler, elektronik oyuncaklarla oynadılar, iyi beslendiler, iyi giyindiler, her istedikleri alındı, partilerde eğlendiler, önemli bir kısmı özel okullara gittiler, yaz tatillerini tatil köylerinde geçirdiler, başka ülkeleri gördüler, o ülkelerde okudular. Paranın nimetlerinden, o para hep varmış gibi faydalandılar. Bir kısmı iyi eğitimler aldı, kendini geliştirdi. Ama büyük bir kısmı konfor çukuruna düştü, paranın gücüyle kendini kıymetli sandı. Bugüne kadar benim için ailemin harcadığı para olmasa, ben kim olurdum diye kendine hiç sormadı. Bu çocukların içinde küçük bir kısmı evrensel eğitimi özümseyip kendi ayakları üstünde yaşamayı başaranlar, ailelerinden bağımsız hayatlarını kurdular. İyi profesyoneller, bilim insanları, öğretim elemanları oldular. Başka bir bölümü ailelerinin parasal destekleriyle kendilerini mutlu edeceğini düşündükleri işlere soyundular. Ressam oldular, şef aşçı oldular, müzisyen oldular, kafe sahibi, organizatör oldular. Başka bir kısmı iş hayatına atılmadan emekli oldular. Geziyorlar, hayatı deneyimliyorlar, yemekle ilgileniyorlar, hobileri olanlar hobileriyle uğraşıyorlar.
Başka küçük bir grup daha var, bu grupta çok güzel örnekler biliyorum. Harika bir eğitim alıp, üstüne şeflik okuyup, ailenin kurduğu yeni otelin restoranını yönetip, harikalar yaratan, başarılı, mutlu bir genç tanıyorum. Genç şefimizin minik kızı dedesiyle kendi ektikleri bahçeden babasına pırasalar topluyor.
Bir başka ve az kısım ise kendi aile işletmelerinin içinde yer almaya çalışıyorlar. Bunların içinde de çok iyi örnekler tanıyorum. Otuzlu yaşlarının ortasında koskoca fabrikayı, holdingi babasından tamamıyla devralan tanıdığım var. Çok da başarılı buluyorum. Çok yakından tanıdığım, bir başka örneğim daha var. Kişisel haritasını harika büyüttü ve sancılı da olsa ailesinden şirketi devraldı ve şirketi muhteşem bir evrensel şirkete dönüştürmeyi başardı. İnanılmaz bir başarı öyküsüdür. “Bak istenince oluyormuş” denilebilecek, günlerce anlatılabilecek harika bir örnek.
Gelelim üzücü ve büyük bölümü oluşturanlara. Bunlar ailelerinin gözbebekleri. Ama eğitimleri eksik. Paranın gücüyle okumuşlar. Okudukları, öğrendikleri, kendilerini tamamladıkları, iyi eğitim aldıkları yanılgısı içindeler. Tecrübeleri yok veya oldukça kötü. Empati kelimesinden uzaklar, gerçek hayattan kopuklar. Empati yapamadıkları için her konuda kendilerini dev aynasında görüyorlar. Aileleri de bunu körüklüyor. Çocuklarına ve onların yaptıkları her şeye âşıklar. Hatalarını ise görmekten çok uzaklar. En önemlisi de öncelikle konforları için yaşıyorlar. Birçoğu da aşırı bencil ve öngörüsüz. Kendilerini aile işletmeleri dışında test etme cesaretleri de yok, güçleri de. Adeta işletmelerin içinde birer saatli bomba gibi hayatlarını sürdürüyorlar. Çok kötü örneklerini tanıyorum. Anne ve babanın birlikte kurdukları bir fabrikayı teslim alma aşamasında inanılmaz bir hızda batıran genç bir kız tanıyorum.
Şirketi batırırken kendinden o kadar emindi ki. İnanın bana kendisini ender bulunur bir işletme gurusu olarak görüyordu. En üzüldüğüm örneklerden birisidir.
Lütfen işi devretmeyi düşündüğünüz sonraki kuşak temsilcisini objektif ölçülerle değerlendirin. Mümkünse objektif olduğuna inandığınız profesyonellerin değerlendirmelerine emanet edin ve o değerlendirmelere önyargısız yaklaşın. Değerlendirmeleri işe alacağınız hiç tanımadığınız bir çalışanı işe alacakmışsınız gibi yapın. Nasıl ki işlerinizi emin olmadan bir profesyonel çalışana devretmiyorsanız, profesyoneli işe alırken kılı kırk yarıyorsanız çocuklarınız için de öyle yaklaşın. Emin olun bir yönetici sadece sizin çocuğunuz olduğu için muhteşem olamaz. İyi yöneticilik, bilgi, birikim, doğru eğitim ve tecrübe ister.
İkinci kuşak hüznünü yaşamak da, yaşamamak da sizin elinizde.
Saygılarımla.